27 Haziran 2013 Perşembe

Otobüs, otobüs degil çile

İnsanlar... Arabası olmayan yetişkin insanların,önünü bile göremeyen ama hala gezeceğim derdinde olan yaşlı teyze ve amcaların, ehliyeti olmayan garibanların ve reşit olayım ehliyetimi de alayım bir daha adımımı atmam ben buraya diyen gençlerin şehir içinde bir yerden bir yere giderken kullandığı ulaşım aracı halk otobüsleri ... Çoğu insanın kullandığı ulaşım aracı işte biraz büyük ve rahat olsalar mesela şunun gibi:



Hele o otobüs içindeki insanlar. Otobüse binersin; arkalara doğru ilerlersin yüzlerce hayattan sıyrılıp geçersin. Yüzlerce hayat hikayesi.. Bazense vazgeçersin o otobüsü beklemekten.


Gençler arasındaki kesişmeler meşhurdur. Gözlerini serbest bırak kesişirse senindir kuralı her otobüste vardır. Otobüstesindir, birinin sana baktığını fark edersin sonra kafanı kaldırırsın gözleriniz buluşur tam siz bakışırken  kader mi denilmeli bilinmez (şişko,çantalı bir teyze yada amca) önünüze geçer ve bütün otobüs yolculuğu süresince kesişmenizi önler sonrası zaten bilindiği gibi kadere tehdit dolu bakışlar fırlatırsınız. 
Otobüse binersiniz. Boş bir yer görürsünüz, sevinirsiniz ve oturursunuz. Aradan bir kaç durak geçer. Otobüs artık kalabalıklaşmaya başlamıştır. Ayakta olan insanlar gruplaşmış ve oturan insanlara pis bakışlar atmaktadır. Sonra bir durakta yaşlı bir teyze yada amca otobüse biner. Oturanlardan birimiz kendini feda eder ve yer verir. Ayakta olan insanlar rahatlamış ve barış sağlanmış olur. İyi yolculuklar :)


Bir de otobüs şoförleri vardır. Çoğu zaman aynı güzergahta git-gel,git-gel kolay değildir tabi. Türlü türlü manyak, sorunları olan insan yani hiç kolay değildir. Şoför koltuğunun karşısındaki yolcunun bindiği kapının oraya pusu kurup şoförle dertleşen insanlar biliyorum ben. Sadece bilinsin istiyorum şoförler terapist değiller sadece bu kadar insanı kıç kadar otobüse nasıl sığdıracağım derdi olan normal insan onlar. Örneğin benim bindiğim otobüs. O otobüsün şoför hiç bir yolcunun görmediği boşlukları görüyor ve sonuç:




Ah şu metal yığını otobüslerin nedir bizlerden çektiği yahu? Otobüslerin ağzı olsa diyeceği ilk şey "İnin lan aşağı!" olurdu sanırım. 

Işınlanmayı icat etseler belki otobüslerde eğlendiğimiz kadar eğlenemeyeceğiz...

Koreli Görme !



Bugün yaşadıklarımı anlatacağım. Anlatacağım ki ne anlatacağım, neler olmadı ki bugün ! Bugün ki kadar birbirini eşitleyen bir gün görmedim ben. Ne eksik var ne fazla hem iyi hem kötü şeyler var. Sabahları her şeyin güzel olacağı umuduyla uyanan biriyim. Şaka yapıyorum tabi ki de henüz o kadar Polyanna-vari olamadım ama Polyanna gibi olanlar varsa tebrik ediyorum onları, gerçekten! Sürekli olumlu, pozitif ve dünyaya pembe çerçeveli gözlüklerden bakmak zor. Ben sabahları Annemin odamın kapısını açıp hafif uykulu bir ses tonuyla "Seliiin, hadi kızım uyan. Sabah oldu. Okula geç kalcan bak."  demesiyle o mutlu olduğum rüyalarımdan ayrılıp hafta sonu gelse de hiç uyanmasam diyerek sıcacık yatağından ve biricik yastığına veda ederek uyananlardanım. Ruh halim o gün ki saç stilime göre değişir. Eğer saçlarımı özene bezene yaptıysam o gün iyiyimdir ama bir at kuyruğu,topuz falan yaptıysam ve oradan buradan çıkmış isyankar saçlarımı tel tokayla kafamda bir yerlere sıkıştırmış isem o gün bana bulaşmayın derim. 






Uykulu,sinirli,konuşacak mod da olmayan ve karamsar olduğum bir gündür. Ohoo konu uçtu. Toparlamak gerekirse bugün iyimser olarak başladığım günlerimden biriydi. Ta ki geometri sınavının sonuçları okunana kadar. Sınava çalıştığım halde kötü bir not aldım ve moralim çok bozuldu dolayısıyla. Tek düşündüğüm şey bir kutu dondurma ve "How i met your mother" dizisini izlemek oldu. Eve gidip bunalıma girecek ve dünya ile tüm bağlarımı kesecektim. Sadece dondurmam ve ben olacaktık. Okuldan çıktığım gibi hızlı hızlı evime gittim.




Dondurma lazımdı bana! Şöyle kakaolu,vanilyalı belki çilek falan. Daha sonra kendime "Selin bak 1-2 saat sonra dershaneye gideceksin. Şimdi bunalıma girme. Cuma günü gir bunalıma hem o gün işinde yok boşsun. Senin biraz hırslanman lazım. Aa a bu ne böyle? Sen iyice saldın kendini kızım. Şimdi otur ve bir sonra ki sınavlara çalış. Onlardan yüksek almalısın. Aja Aja Fighting!" diye şizofrenvari bir konuşma yaptım. Sonuç ne oldu? Gittim mercimek köftesi yaptım. Evet doğru duydunuz,mercimek köftesi yaptım. Yaptıklarımın yarısını da yedim canlarım,size kalmadı. Mercimek köftemi yapıp yedikten sonra açtım soru bankasını dershane saatime kadar çözeceğim. İnsan çekik sevdalısı olmasın arkadaş! Biricik arkadaşım bana mesaj attı. Etrafta bir sürü çekiğin olduğunu ve benim hemen gelmem gerektiğini söyledi. Tabi ben kendime söylediklerimin etkisindeyim ve hala kendime söyleyip duruyorum. Diyorum ki; "Selin ne yapacaksın çekiği? Otur testini çöz. Hem gitsen ne olacak ki uzaktan bakıp bakıp duracaksın. Sonra onlar kalkıp gidecek göt gibi kalacaksın ortada." Tabi ben kendi kendimle konuşurken arkadaşım bana hala mesaj atıyor. Dayanamıyorum artık tamam geleceğim diyorum. İşte hazırlanıyorum çıkıyorum evden ama böyle amaan gitsem ne olacak gitmesem ne olacak havasındayım. Gidiyorum bir bakıyorum bizimkiler geçmiş çekik grubunun karşısına onları süzüyor. Bende onları süzmeye başladım. Eşyalarına falan bakıyorum. Nereli olduklarına dair ipucu arıyorum. 


Arkadaşım da bir yandan hadi selin git konuş falan diyor. Gaza geliyorum. Kaybedeceğim ne var ki diye düşünüyorum. Yanlarına yaklaşıyoruz arkadaşımla. İlk söz benden çıkıyor. Çekingen bir tavırla "merhaba" diyorum. Onlarda bana gülümseyerek ve hafif bağırarak "merhabaaa! İyi misiniz?" diye soruyorlar. Ben şaşkınım tabi aha Türkçe konuşuyorlar oha falan diyorum içimden. Hiç durur muyum? Ben iyiyim siz nasılsınız diyorum. İyiyiz diyorlar. Nereden geliyorsunuz diyorum Güney Kore diyorlar işte o an dünya benim oluyor. Bilmeyenler için söylüyorum. Ben Güney Kore hayranıyım,çok seviyorum. Hemen söylüyorum bunu onlara tabi sonra Kore ile ilgili bildiğim her şeyi sıralamaya başlıyorum onlara. Yemeklerini, dizilerini, ünlülerini, bazı Korece kelimeleri falan. Şaşırıyorlar onlarda benim gibi. Birbirimize aşık oluyoruz falan,şaka şaka.  
Vakitleri olup olmadığını soruyoruz. Var diyorlar oturuyoruz kola,cips falan alıyoruz. Sohbet ediyoruz. Türkiye'ye neden geldiklerini soruyoruz. Kurs için geldiklerini söylüyorlar. Türkçe öğreniyorlarmış. Bir Koreli için Türkçeyi gayet iyi konuşuyorlardı. Arada anlamakta zorlansakta anlaşıyorduk. Türkiye'ye geleli 1 ay olmuş daha 1 yıl burada olacaklarmış. Ben bunu duyunca çok sevindim tabi. Hemen telefon numaralarını aldım. Türk yemekleri yemeleri için evime falan davet ettim. Çok sevimlilerdi. Kabul ettiler bir gün gelecekler Türk mutfağını tanıtacağız onlara. 1 erkek 3 kızdı. Kendilerine Türkçe isimler bile bulmuşlardı. İsimlerinin hikayeleri bile vardı. Feride dünya siyaseti okuyormuş. Orada biri Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu adlı kitabını okuyormuş. Bizim Koreli kızımıza kitaptaki baş karakter Feride ismini söylemiş. Bizimkide pek beğenmiş Feride ismini kabullenmiş hemen. İncimiz var birde. Onun Korece ismi In-ci imiş sanırım Yani yazılışını bilmediğim için okunuşu ile yazıyorum. In-ci, Türkçedeki inci kelimesiyle Korece ismi benziyor diye o da İnci ismini almış. Metinimiz de var. Ona ismini evin sahibi koymuş. Zeynepimizde var ama onun isminin hikayesini bilmiyoruz. 


Feride'm ile zafer işaretini de yaparız.







Şekilden şekle girer güzel pozlarda veririz =)


Arkadan pörtleyen kişi arkadaşım ve o bir insan korkmayın. Kıskanıyor Feride ile beni ;)




Yine garip hareketler yapmışım, herkes ne güzel hareketler yapıyor ben ne yapıyorum :D


Bana Korece şarkı söylediler hatta dans bile ettiler,haha siz çatlayın! Daha size özel Korece şarkı söyleyen bile yok,ezikleeeeer . Oh havamı da attım benden güzeli yok.

Kaçan Kovalanır

…müzik sanki bir girdap tarafından yutulup gitmişti. Kulaklıklarımı çıkardığımda sessizlik yeniden üzerime çullandı. Sessizlik,kulaklarla duyulabilen bir şeymiş. Bunu da yeni öğreniyordum.Haruki Murrakami

Bazı şeyleri unutmak hiç kolay değil. Her şeyi arkanda bırakamıyorsun. Düşünmekten sıkılıp kaçabiliyorsun sadece. Öylece bırakıp kaçıyorsun belki de bencillik ediyorsun ama kimin umurunda ki hayat senin. Kaçtığın her dakika rahatlatıyorsun,derin nefesler alıyorsun yaşadığını anlıyorsun kaçmak kolay çünkü asıl zor olan kalmak ve düşüncelerinle yüzleşmek. Kaçtıkça zor gördüklerin kolay geliyor gözüne. (Neden mi? Çünkü davulun sesi uzaktan hoş gelir. Ha ha evet kötü hatta iğrenç bir espri yaptım. Belkide şuan bloğumdan çıktın.) Bakış açın değişiyor bir anda. Geometri dersinde gördüğüm, tabir ile 360 derece dönüyor dünyan. Bardağın hep dolu kısmını yada boş kısmını değilde bardağın tamamını görenlerden oluyorsun. Ruh halini çoğu insan gibi hava durumuna bağlıyorsun. Sokakta yürürken sevimli bir köpek görünce mutlu olman gerektiğini hatırlıyorsun falan filan feşmekan ...


“En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.”   Ahmet Hamdi Tanpınar

Dünya Zıtlıklarla Dolu...









Bugün farklı bir yazı yazacağım size. Hepimiz bir gün öleceğimizin farkındayız. Yani sonsuza dek yaşayacağını zanneden insan yoktur sanırım. Eğer öyle düşünen insan varsa artık öğrendin seni hayalci insan, evet öleceğiz canım. Tamam öleceğimizi söyledim ama ne zaman öleceğimizi söylemedim ya da ne şekilde öleceğimizi,kiminle öleceğimizi... En acı ölüm yalnız ölüm sanırım. Düşünsenize yanınızda kimse yok. Arkanızdan sizi düşünecek arada sırada mezarınıza gelip göz yaşı dökecek kimseniz yok.


Ben şu zamanlarda ölüme fazla duyarlı oldum. Sürekli ölmenin nasıl bir şey olduğunu düşünüp duruyorum. Merak ediyorum aslında. Acı verici mi? Güzel bir şey mi? Boşluk mu? Şimdi ölsem arkamda kimlerin kalacağını, kimlerin üzüleceğini düşünerek bütün gün kafa patlıyorum. Yanlış anlamayın ölmekten korkmuyorum yada ben öldükten sonra konuştuğum sevdiğim insanların ne halde olacağından korkmuyorum.Evet böyle bencil bir insanım ben. Beni seven insan(lar) ben öldüğümde benim yokluğuma da alışacaksınız, bunu da atlatırsınız siz güveniyorum ben size!


Ben küçükken de ve şimdi de bir insan öldüğünde onun cenazesine gidemem. Korktuğum için değil. Fazla gergin,kasvetli bir ortam var cenazelerde. Biliyorum, yas tutuyorlar ama yapmayın yahu küçüklüğünüzden beri ölen çoğu şeye şahit olduk. Ağlasakta gidenin geri gelmeyeceğini biliyoruz. İşte bu gergin ortamlarda ben dayanamam gülmeye başlarım. Kahkaha atmasam da hani suratımda garip bir tebessüm,sırıtma falan oluşmaya başlar. Şuan bu yazıyı okuyanın beni kınadığını hisseder gibiyim. Kına anasını satayım. Gülüyorum işte sen beni kınayınca,ayıplayınca hatta kızıp küfür ettiğinde de güleceğim.


İşte bu yüzden cenazemi şimdiden planlamaya başladım. Benim gibiler benim cenazemde de benim çektiğim şeyleri çeksin istemiyorum.


Cenazemde neler olabilir bir düşüneyim.
1-Komedyen getirteceğim ağlamayın,gülün diye. 
2- Şeker dağıttıracağım size tatlı yiyin güzel şeyler konuşun diye.
3-Cenazeme siyah giyip geleni aldırmayacağım mesela. Zaten öldüm kasvetli yapmayın ortamı.
4-Sırf gıcıklık olsun diye gelen herkese galoş giydirsinler isteyeceğim.
5-Benim ablamla Şahan Gökbahar'ın skeçlerin bazılarını canlandırdığımız videomuz var onları izlettireceğim sonra videonun birinde çok komik bir "angut" deyişim var onu size armağan edeceğim. 
...



İşte böyle şeyler olsun istiyorum cenazemde. Bu yüzden hepiniz geleceksiniz. Gelmezseniz hortlar, peşinize düşerim.


Ben mektuplar yazıyorum. Aklınızdan 'Ne mektubu yazıyorsun?' diye geçiyordur. Vasiyet gibi değil ben öldükten sonra elinize geçecek mektup,kişisel bir şey. Şuan yakın olduğum insanlara yazmaya başladım. Ben öldükten sonra ellerine geçecek inşallah o mektuplar. Belki yazdığım mektuplar bir halta yaramayacak ama mektupları ulaştırdığım insanlar beni unutmayacaklar. Ben onlara ne hissettiğimi, ne yaşadığımı, gördüklerimi,bakış açımı, belirsizce ve gelişigüzel sürdürdüğüm yaşamımı anlatacağım bir nevi kendimi; bendeki izleri ben yaşarken bende göremediklerini göstereceğim. 






Neyse vasiyetimi yazmaya başlayacağım kendinize iyi bakın. Eğer elinize bir mektup geçerse bilin ki öldüm ve o mektubun değerini bilin..

Sosyal Ölüm ya da Sosyal Kıyamet


İşler her zaman planlandığı gibi gitmez. Özellikle beni içeren durumlarda. Hayatımın güzel olmasına takan insanlardanım. Tabii her ergenin ki gibi benim hayatımda güzel gitmiyor. Sanırım lisedeki gençlerin (yani bizlerin) tek sorunları onların çok fazla arkadaşı olmasından kaynaklanıyor.

Günümüz çağının genç nesli şuanda popüler olmak ve herkesin onu tanımasını ister duruma geldi. Bunların tek suçlusu  Justin Bieber ergeni. O olmasa belki profesyonel makineler ile fotoğraf çekmeye(çekilmeye) uğraşanlar olmayacaktı. Eline her fotoğraf makinesi alan ben fotoğrafçıyım demeyecekti. Fotoğrafçılık saygın bir hobi, uğraş, sanat olmaya devam edecekti. Bir şeylerin değerini düşüren sadece toplumdur. Ünlü olacağım, herkes beni tanıyacak düşünceleri olmayacaktı. "Facebook'ta benim 1000 arkadaşım var. Senin kaç arkadaşın var?" soruları muhabbet konusu olmayacaktı. Ah be Justin!

Lisede herkes yargıç ve jüri rolü oynar bir ortamda. Hayatta kalmak için tek yol bağımsızlık belki tarafsızlık. Cesur olmak kimse algılamadığı sürece basit bir cümleden eylemden ibaret.Çok lezzetsiz bir yerdir lise.Aynı tarafta olmamıza t-rağmen, anlaşamadığımız insanlar var mesela. Hayat işte bize istediğimiz her şeyi vermiyor. Olsun biz yine de isteyelim. Bkz.
Sayın Hayat lütfen bana;

  • Cillop gibi arkadaşlar,
  • Mükemmel ders notları,
  • Her gün Kore'ye gidip geri gelebileceğim kadar para,
  • Meyve yerine ipod,bilgisayar,kulaklık ... veren bir ağaç nasip eyle :D
Tabii siz bu isteklerimi "yes of course bebeğim yes of kors" diyerek yanıtlıyorsunuz. Aman siktir et. Öpüyorum sizleri..


Bir Şey Yapmalı Ya ...


Genelde monotonluk beni pek etkilemez, hatta monotonluğu severim diyebilirim. Monotonluk yaşamın doğasında var. Sürekli yeni bir şeyler olmasını bekleyemezsin. “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir” olayı ufak bir sanatsal abartı yanı. Ama bu aralar monotonluktan cidden sıkılmış durumdayım. Şöyle heyecanlı bir şeyler yapmak lazım.
Aklıma ilk gelen şey bir otel bulup 5. katından havuza atlamak oldu. Ama ülkenin durumu içler acısı. Uygun standartlara sahip otel fiyatları 150 USD civarında. Türk Lirası da değil lan, direkt Dolar… Ama bende o kadar para yok tabii… Öğrenci insanız sonuçta.
O yüzden dedim aynı heyecana, daha ucuz bir şey? Belki “bungee jumping” olabilir diye düşündüm; ama onu da bulmak zor. Bu durumda ayağıma don lastiği bağlayıp kendimi balkondan aşağı atmam gerekecek. Bunda ise başka bir engel var: 35-40 metreyi karşılayacak kadar don lastiği bulamadım. 5-10 metrede tıkanıyor…
Böylece üçüncü bir seçeneğe yöneldim: Bu aralar kafama don takıp sokakta koşmayı planlıyorum. Tabii bunda da “mahalleliler” tarafından linç edilme riski var. Ama olsun, buna değer… Hayatımda büyük bir heyecan ve eğlence boşluğu oluştu ne de olsa…


Dinimiz Amin

Merhaba sayın ziyaretçilerim,
Anlatmaya nereden,nasıl başlasam bilemiyorum. Bir yerden başlamak gerekiyor tabi. Şimdi benim Hristiyanlara,kiliselere,haç şekline bir ilgim var. Eh yaşımın getirdiği şeyler arasında sorgulamakta var. Gittikçe inançsızlaşan bir insan oldum ve bundan biraz rahatsızlık duydum. İstediğim dini seçme hakkımın da olduğunu düşünüyorum. Başladım tüm dinlere bakmaya. Tabi ilgimin getirdiği merakla kiliseye gitmeye karar verdim.  Dershaneme giderken bir kilise görüyordum devamlı onu gözüme kestirdim ve içimden bir gün ona mutlaka gideceğim dedim. Kafama ve yapılacaklar listeme artık o yerleşmişti. Yapmalıydım ! Perşembe günü (7.6.2012) işlerim vardı dershaneme gidiyorum yine. Kafamı sağa çevirdim ve kilisenin kapısının açık olduğunu gördüm. Kiliseye gitsem miii, gitmesem mi bir kararsızlık yaşıyorum. Hadi dedim bu günü kendime ayırıyorum git yapmak istediğin her şeyi yap. Hemen indim otobüsten yürürken düşünüyorum; "Acaba beni kovarlar mı?","Ne diyeceğim onlara?","Dinlerine saygısızlık yaptığımı düşünürler mi ki?" böyle devam ediyor sorular, ben bunları düşünürken bir bakmışım kilisenin kapısındayım,kapısında bir kadın oturuyor. Beni görünce gülümsedi ve soran gözlerle bakmaya başladı. Ben kendimi anlattım o beni bilgilendirdi bu arada kadın yabancıydı ismi de Erin. İçeri girdik konuşurken.

Ve sonunda içerideydim. Uzun zamandır uzaktan gördüğüm o kilisenin içindeydim. İçerisi güzel bir mimari örneğiydi ve çok hoşuma gitti.  Kapıdan girdiğimde ilk dikkatimi çeken oturakların arkasında bir televizyonun olmasıydı. Düşünüyorum, acaba bu televizyon niye burada diye. Sormadım tabii,çekindim yahu. Siz girin kiliseye öyle saçma bir soru sorun olur mu hiç? Oturakların her sırasında görmüşsünüzdür uzun sıralar önlerinde kitap koyma yeri oluyor. O kitap koyma yerlerinde her sıranın uçlarında İncil vardı. Elime bir İncil aldım ve incelemeye başladım. Beni öyle meraklı görünce bana bilgilenmem için bir kaç kitapçık ve İncil verdi. Sonra sesler gelmeye başladı kafamı sağa çevirdiğimde davul,gitar enstrümanlar olduğunu ve onları çalan insanları fark ettim. Ben gibi ziyaretçiye benzemiyorlardı çünkü. Hemen Erin'e "Onlar ne yapıyor?" diye sordum ve cevap "Pazar gün ki ayin için prova yapıyorlar. Sende gelmek ister misin?" oldu. İlk biraz düşündüm. Kabul ettim. Erin beni bekle deyip bir kaç dakika yanımdan uzaklaştı bende provalarını bitirmiş olan grupla kaynaşmak için yanlarına gittim. Beni görünce biraz garipsediler bende camide Hristiyan görsem garipserim tabii! Sohbet çabalarım çok acıklıydı ben konuşmaya çalıştım,onlar pek konuşmadılar benimle daha sonra kilisede görevli biri geldi adı Mustafa'ydı. Onunla konuşmaya başladım. İşte Erin'de geldi. Benim için İsa'ya dua ettiler. Dua esnasında gözlerini kapatıyorlar,başlarını öne eğiyolardı. Bir yandan da benim elimi tutuyorlardı. İlginç geldi tabii. 
Benim dizilerde gördüğüm;
böyle bir  şeydi. Onlar biraz daha değişik dua ediyorlardı. Haç şeklini çıkardıklarını da görmedim tabi. Neyse Erin bana kilisenin kartını verdi bende izin isteyip çıktım kiliseden. İşte kart;
                              

***

Ve günlerdeeen Pazar. Büyük gün. Ayine biraz geç kaldım. 5 dakika kadar falan. Kilisenin girişinde bir iki kişi vardı sohbet ediyorlardı. Ayin başladı mı diye sordum evet dediler. İçimden eyvah dedim. Çünkü eğer vaaz veriliyorsa sessiz bir ortam vardır. Ben içeri girdiğimde ses çıkacak,insanlar bana bakacak,dikkatlerini dağıtacağım. İnsanları rahatsız etmek istemediğim için içeri girip giremeyeceğimi sordum. Girebileceğimi söylediler. Ben içeri girdiğimde sessiz bir ortam beklerken tam tersine şenliğe benzer bir ortam ile karşılaştım. İlahiler söyleniyordu. Bir yanda enstrümanlar çalınıyordu. Canlı müzik var, bir biram eksikti. Haha,şaka yapıyorum. Hemen size gösteriyorum nasıl bir ortam olduğunu;


İşte böyle bir ortam vardı. Şu karşıda canlı müzik yapıyorlar,gelenlerinde ilahiye eşlik edebilmesi için projektör ile perdeye ilahinin sözlerini yansıtıyorlar. Bildiğiniz karaoke gibi işte. Ellerini kaldırıyorlar,sallanıyorlar,ayağa kalkıp şarkıya eşlik ediyorlar. Onlarda gördüğüm inanç aşkı beni de etkiledi. Ayağa kalkmış kendimi sallanırken buldum. 
Girişte görevli kişiler vardı beni hemen oturabileceğim bir yere yönlendirdiler. Oturacağım yere kadar bana eşlik ettiler. Ziyaretçi olduğum her yerden anlaşıyordu sanırım bana "Hoş geldiniz" broşürü verdiler. Hemen sizlerle de paylaşıyorum.

 


Sonra etrafıma bakınırken Erin ile Mustafayı gördüm. Mustafa ön sıralarda eğleniyordu. Ben arka sıralarda olduğum için beni görmedi. Erin'i gördüm o da beni gördü uzaktan ona el salladım. Ayin bitene kadar konuşamadık.


İlahi kısmı bitince beyaz saçlı, göbekli aynı Noel baba tasvirinde bir adam (sanırım o papazdı) mikrofonu eline aldı ve bir şeyler anlatmaya başladı . Tabi gelenlerin çoğu yabancı olduğu için başka biride İngilizceye çeviriyordu. Neyse onun konuşması kısa sürdü zaten. Ricardo diye biri kürsüye geçip anlatmaya başladı. İncil'den 1.Yuhanna, 2.Yuhanna,Yuhanna 14:6 gibi ayetleri okudu. Farklı kültürleri,Tanrıya olan inancın diğer insanlara göre olan farklılıklarını anlattı. Çelişkilerden bahsetti ve konuşurken şöyle bir soru sordu.
İsa; Tanrının oğlu mu? Tanrının peygamberi mi?
Sizce doğru olan ne?


Ayin sona erdiğinde kilisenin ek binasında çay içip sohbet ediyorlarmış. Erin yanıma gelip kalıp kalmayacağımı sordu bende olabilir dedim. Beni bir kaç kişiyle tanıştırdı. Bunlardan biri Joelle diğeri Ceren. Joelle ile oturup sohbet etmeye başladık. Anladığım kadarıyla hissiyat ile bağlanmış bu dine. Yani bir şeyler hissettiği için Hristiyan olmuş. Ceren de aynı şekilde. Sonra kiliseden bir kaç kişi daha eklendi hep beraber yemek yemeğe gittik.  Yemek yerken diğerleriyle de kaynaştım. Kiliseye gelenlerin %85-90'ı yabancı. Türkçeyi öğrenmeye gelmiş insanlar. Bana iyi davrandılar. Bütün gün konuştuk. 


Yeni arkadaşlar edindim. Kafamdaki sorulardan kurtuldum. Belki bir şeylere olan inancım yeniden beni buldu.  Esen kalın sayın okuyucularım :)...

Artı ve Eksi

Yaz tatilim için okul boyunca tonlarca plan yaparım. Tatil yakınlaştığında ise elimde planlarımdan bir kaçı kaldı. Yaz tatilim için planlarım şunlardı;
  • Bir iş bulup tatilimin ilk 1 ayı çalışacaktım
  • Sonraki 1 ayımda çalışıp kazandığım parayı harcayacaktım ve tatil yapacaktım
  • Ağustos ayında zaten dershanem başlıyor bol bol ineklerim diyordum.
İşte her genç gibi hayallerimin peşinden koştum. Şuana kadar gerçekleştirebildiklerim ;

  • Bir iş buldum. 2 hafta çalıştım. Geçici eleman olmam benim suçum değildi,işimde gayet iyiydim 
  • İşten çıktığımdaki 1 haftada parayı harcadım. Bu da benim suçum değil. Hayat çok pahalı arkadaş 
  • Ağustos ayını bekliyorum :D
İşte böyle her zaman planlı programlı olmak işe yaramıyormuş. Gelişine yaşayın hayatı millet :D


Best of the Holidays Story

Helloooo Everbody


Yaz tatili nasıl gidiyor bakalım? İyi misiniz yoksa depresyonda mısınız? Sizin için hayatınızda iyi giden şeyler neler? Nasıl yaşamak isterdiniz? Şanslı mısınızdır? Sizce benden radyo spikeri olur mu? Dr. Ötüker böyle kek yapmayı nereden öğrendi? Sorulaaar sorulaaar ...


Ben size şuana kadar ki yaşadığım yaz tatilini anlatayım aslında oldukça keyifli geçti yaz tatilim. Yani geçen seneye ve ondan önceki senelere kıyasla mükemmel , best of the my holiday diyebileceğim bir yazdı. Eğer okuduysanız bir önceki yazımda çalışmak istediğimi ve çalıştığımı söylemiştim. 2 hafta süren çalışma hayatım vardı ve oldukça iyiydi aslında. Yoruluyordum ama eğleniyordum da. Ne iş mi yapıyordum? Garsondum aynı zamanda tost da yapıyordum,haha. Kafenin üstündeki pasajdaki amcaların çoğuyla kanka oldum diyebilirim. Zaten kafeyi kalkındıranlar onlardı bana da iyi bahşiş bırakıyorlardı. Ah özledim onları. 2 hafta süren iş hayatının benim için güzel bir deneyim olduğunu düşünüyorum.


İşten sonra ne mi yaptım? Yeni bir iş aramaya başladım tabi bulamadım. Daha sonrada her ergenin rüyalarını süsleyen "İstanbul" şehrine gittim. Neee!? İş için gittiğimi mi düşünüyorsunuz? Çok yanılıyorsunuz. Kuzenimin sünnet eğlencesi için gittim. Tabi İstanbul'u da gezdim. İzmir'in fazla kalabalık haliydi. Tamam belki biraz daha gelişmişi de olabilir her neyse ilgimi çeken pek bir şey olduğunu söyleyemem. Hey yeni ergenler sözüm size İstanbul o kadar da mükemmel bir şehir değil. İstanbul'da gitmek istediğim tek bir yer vardı o da Kore marketiydi. Kemerburgazdaydı. Taa ebesinin şeyi kadar uzakta. Tabi azim ettim gittim taa oralara. Şahsen Eyüp'ten taa Kemerburgaza gittim. Amacıma ulaştım mı? Eveeet! Mutlu muyum? Eveeet! Hatta marketin sahibiyle,eşiyle ve oğluyla tanıştım. Beni Kore'deki müzik gruplarının fanlarından zannetti. Halimiz çok gülünçtü. Ben yemek alacağım sadece diyorum o  ise "Burada burada ! Bak fan eşyaları burada! " diyordu. İlgimi çeken bir kaç şey oldu ama almadım. Ben Kore'deki kültürü merak ediyorum. Aktarlarda arayıp bulamadığım yosunu buldum hemen aldım tabi onunla kimbap yapacağım yani şunu;

Evet o yosundan aldım ve güzel güzel kimbap yapacağım. Tabi yenir mi orasını bilemem. Şahsen Kore marketine sırf Soju isimli içkiyi merak ettiğim için gittim ama maalesef kalmamış ellerinde. 1 hafta önce 3 koli getirmişler ve o hafta hepsi bitmiş. Orada su gibi içiyorlarmış sojuyu. Ya bırakın azıcıkta biz içelim değil mi ama? Numuneleri varmış ellerinde bende bana satmaları için ısrar ettim çok ısrar ettim. Yalvarmış bile olabilirim ama yaşlı keçi razı olmadı. Sinir! Daha sonra orada marketi işlettikleri Türk vardı. Bana yardımcı oldu kahve ikram etti biraz lafladık Kore marketinde çalıştığı için gözüme çok ilgi çekici biri gibi gözüktü. Haha, ne değişik biriyim ama dimi ? 
   Her neyse alışverişimi yaptım. Pirinç suyu,ramen,meyve suları,yosun falan aldım. Marketten çıktıktan sonra sevinç çığlıkları atarak yürümeye başladım. Otobüs durağına geldiğimde hala çığlık atıyordum. Duraktaki amca benim deli biri olduğumu düşünmüş olsa da mutluydum. Daha sonra aklıma internetten tanıştığım bir arkadaşım geldi. Elimde marketten aldığım torbalarla onunla buluşmaya gittim. Nasıl özgüven ama benim ki de değil mi? Sapık çıkabilirdi. Tabii ki çıkmadı ama çıkabilirdi. Her zaman bu kadar şanslı değilimdir. Bir kaç saat takıldık deniz kenarında. Bir daha da onu görmedim. Konuşmaya devam ediyoruz tabi bakalım benim deliliklerimden ne zaman bıkacak ve merakla bekliyoruz?
  İstanbul'da gezerken bana "tatlı iskoçyalı" diye laf attılar. Daha iyi şeyler beklerdim. Çok şirin bir çocuk bana öpücük attı,göz kırptı ve gülümsedi bende ona gülümsedim. Gülümsememeli miydim yoksa? Tahminen yaşı benden büyüktü ama kimin umurunda onu da bir daha görmedim. Turistlerle sürekli göz göze geldim. Kimilerine gülümsedim,kimilerine şaşkın şaşkın baktım ama çoğunlukla gülümsedim. Ayasofya'nın karşısındaki bankta otururken "Bana soru sor (Ask me) " yazan tişörtlü bir sürü genç gördüm ve o an bende onlara katılmak istedim. Turistler onlara gelip sürekli bir şeyler soruyorlardı. Bu iş için ücret almayan gönüllüler sanırım. Gerçekten çok hoş bir şeydi İzmir'de de böyle bir şey başlatsak ne güzel olurdu.
   İstanbul'dan döndüğüm günün akşamı Balıkesir'e gittik ailemle. Ananemi ne çok özlemişim. Tarla işleriyle uğraştık, bir kaç tanıdık eş dost ziyaret ettik. Benim ananem köyde yaşıyor. Evinin biraz ilerisinde bakkal ve bakkalın karşısında diyebileceğim bir yerde de köy kahvesi vardı. Bakkala gidiyorum ablamla. Amcanın biri seslendi. "Dur dur" durduk ve gelmesini bekledik, geldi. "Büyüklerin önünden geçilmez. Onların geçmesini bekleyeceksin" demez mi? Önümüzden geçti gitti. O amca öldükten sonra mezarına tükürmeyi planlıyoruz. :D
Köyde çeşmeler var. Tatlı sular için. Evdeki en küçük ve işi olmayan tek kişi olduğum için su doldurmaya beni gönderiyorlar. Çeşme başına gittim. Su dolduruyorum. Motosikletli bir oğlan geçiyor tam ben kafamı ona çevirdim o da kafasını tam aksi yöne çevirdi. Köydeki oğlanlar çok mu namuslu nedir anlamadım ben?

İzmir'e döndüm. Tabii benim başvurduğum bir proje vardı. Seyyah projesi. Projenin amacı gençlerin ülkemizin farklı illerine seyahat etmelerini, akranlarıyla tanışmalarını ve kaynaşmalarını sağlamak amacıyla hazırlanmış bir hareketlilik projesiymiş. Benim şansım yaver gitti ve Eskişehir'e gidip, gezdim. Eskişehir inanılmaz bir şehir. Cidden çok güzel,orayı çok sevdim. Şehrin göbeğinden geçen bir nehir var adı da Porsuk nehri. Venedik'deki gibi küçük kayıklara binip gezebiliyorsunuz. Orada kendime 4 iyi arkadaş bile buldum. 



İşte bu kişilerle aynı şehirde yaşayıp birbirimizi hiç tanımıyor oluşumuz çok üzücü. Çok iyi insanlar,çok iyi anlaştık. Yakın zamanda yine görüşeceğiz gibi bir his var içimde ..

Eskişehir'de ne mi yaptım? Dağda mini etekle gezdim. Şuan içinizden giyecek başka bir şey bulamadın mı diyorsunuz, hissediyorum. Dağa çıkacağımızı bilmiyordum. Bilseydim etek giyer miydim hiç! Neyse olan oldu.   Etekle dağda bile yürüdüm heyt bana! Eskişehir akşamları çok soğuk oluyormuş onu öğrendim. Yazın ceketle dolaştık yahu. Çok ilginç bir deneyim oldu. KYK'nın yurtlarında kalıyorduk. Yurt kampüsü çok güzeldi. Biz kızların kaldığı yurdun hemen arkasında erkek yurdu vardı ve yine benim internetten tanıştığım arkadaşım o yurtta kalıyordu şansa bak. Yurda geldiğim bir kaç akşam onunla takıldık. Sapık çıkmadığı için şanslı x2 olduğumu düşünüyorum. Haha, şaka şaka güvenmediğim insanlarla niye buluşayım ki. Şansla ilgisi yok yani. Bir gün yine geziyoruz. Gençlik merkezindeyiz ve bize 45 dakika serbest zaman verdiler. Gençlik merkezini gezdim,bir kaç dakika turladım. Yahu gezilecek bir şeyi yok oranın. Müzik marketi vardı. Bende yanflütle uğraşıyorum hadi bir gireyim de muhabbet ederim belki oyalanırım falan dedim. Müzik dükkanında üniversiteli,sarışın ve Eskişehir yerlisi Batuhan isimli bir gençle tanıştım. Bluescuymuş arkadaş. Patronunun grubu varmış,kendisinin grubu varmış Ben ağzım bir karış açık dinliyorum. Bende niye yok bunlardan falan diye. Batuhan çok ilginç biriydi. Herkese vermem ama ona adımı,soyadımı ve numaramı verdim. Ev arkadaşı İzmirliymiş. Eğer bir gün İzmir'e gelirse beni aramasını söyledim. Acı gerçek; Hala bekliyorum... Ama önemli olan bu değil önemli olan bana çok güzel bir fikir vermiş olması.  O şuan çalıştığı yere yalvar yakar girmiş. Sırf gitar çalmayı geliştirmek için ve şimdide orada ücretli olarak çalışıyor. İstediği işi yapıyor.. O yapmışsa ben neden yapamayayım ki? Bende deneyeceğim!! Toparlamak gerekirse biz muhabbette o kadar dalmışız ki 5 otobüs insanın gittiğini dahi fark etmedim. Geri de kalan çirkin ördek yavrusu oldum. Kızlara mesaj attım onlarda rehberimize söylemişler beni aradılar ve gelmem gereken yeri söylediler. Neyse bir taksiye binip gittim söyledikleri yere. Tur otobüsleri de oradaydı. 5-10 kadar bekledim. Diğerleri geldi falan hepsini korkutmuşum dövecek gibi bakıyorlardı bana. Rehberimiz Gökhan hoca o kadar kızmadı bir daha gruptan ayrılma falan dedi. Özür diledim gittim yerime oturdum. Akşamına yurttaki o internetten tanıştığım Kerem adlı arkadaşıma olanları anlattım. Uzun süre bunlara güldük.

Son gece olduğu için oda arkadaşlarımı uyutmadım ve yurttaki uyumayan diğer kızların odalarına baskın yaptık. Oldukça eğlenceliydi. Antalyalı kız grubuyla tanıştık falan. Sonrası aynı, başka bir oda başka bir odaya falan en sonunda kendi odamıza dönerken karşı odamızdakilerin seslerini duyduk. Onların odaya da girdik. Sandalyeleri,çiğdemleri,kolaları alıp acil çıkış merdivenlerinin oraya çömdük. Karşıdaki erkek yurdunun merdivenlerinde de bir grup erkek vardı. Telefonların ışığıyla el salladık gece gece baya eğlendik anlayacağınız. 

İşte benim tatilim böyle geçti. Darısı sizin başınıza :)

AL DEDİM DAVULUNU DEDİM NEREYE GİDERSEN GİT DEDİM!

Mutlu Ramazanlar sana sayın okuyucum :))


Bu yazımda sizinde anlamış olduğunuz gibi ramazandan ve bende uyandırılmış olan yeni sinir akımlarından bahsedeceğim. Ninelerimizin,dedelerimizin,anamızın ya da babamızın her ramazan klasik olarak hiç değişmeden anlattığı bir şeyler vardır. Mesela;



  • Benim annem her ramazan ayı geldiğin anlatır. 17 yaşlarındayken tarlada çalışırlarmış. Ramazan ayının şimdiki gibi yaz ayına denk geldiği zamanlar. Hava sıcak olurmuş,onlar oruç tutmak zorunda olurlarmış çünkü köy gibi yerlerde eskiden oruç tutmamak ayıp sayılırmış bol bol dedikodun yapılırmış eh hal böyle olunca annem ve diğer insanlar zorla sevaba girerlermiş. Ben annemin zamanında olsam tek söyleyeceğim;olurdu.


  • "Eski Ramazanlarda" ramazan davulcusu olurmuş. Maniler söyler insanları uyandırırmış çünkü çalar saatleri yokmuş. Çalar saati geçtim saatleri bile yokmuş.diyorsunuz ,biliyorum ama ben.Oha diyorsunuz bunu da biliyorum ben ama doğru, annem ve babam anlatıyorlar bana. 



Anne ve babalar hep doğruyu söyler. Ebeveynlerimizin zamanında ramazan davulcuları çok işe yarıyormuş ama şimdi yaramıyor. Tek yaptıkları insanların beyinlerini sikmek. Bir de şöyle bir şey var ki ramazan davulcuları artık işi ilerlettiler arabanın arkasına oturup tındırı tındırı çala çala sokakları öyle geziyorlar, mani bile söylemiyorlar. Hadi çalsınlar bir şey demeyeceğim ama şerefsizler saat 2'de başlıyor yav. Gel de çıldırma! Ben 1'de yatıyorum zaten hava sıcak, yerime alış,yatağın soğuk bir yerini bul sonra mayış, uyu derken tam uyuyorum. Bir de ne duyayım? Uzaktan dan! dan! dan! davul sesi!! VE BENİM TEPKİM;


 Uyanıyorum okkalı bir küfür sallıyorum. Davul sesi bitene kadar küfrediyorum. Bitene kadar diyorum ilginizi çekmek isterim. Sorun şu ki bitmiyor. Ve ben elimde kesici bir alet ile sokağa çıkıp davulcuları kovalamak istiyorum. AYNEN BÖYLE:


 Uykusuz kaldığım için davulcular ile ilgili garip fikirlere kapılmaya başladım. 

     Bu ramazan davulcuları aslında insanları uyutmayıp dünyayı ele geçirmek istiyorlarsa. Tam insanlar uyuduklarında onlar davul çalmaya başlıyor eh ne oluyor insanlar uykusuz kalıyorlar. Zaten oruç tutanlar saf saf geziniyor bütün gün. Yorgun,uykusuz ve aç insan kitleleri oluşturup ilk önce bu geleneğin sürdüğü yerleri sonra tüm dünyayı ele geçirecekler!!! Aman Tanrıııııııım!!!!:




Durum Bilinmiyor!

Ders çalışmaya başlıyorum , 

Bundan böyle düzenli olarak konu tekrarı yapıp , test çözeceğim.

Konu anlatımlı soru bankaları ? -Tamam.
Testler ? - Tamam.
Kalem? -Tamam.
0.7 uç? -Tamam.
Silgi? -Tamam.


Anne bana atıştırmalık bir şeyler getirir misin, ders çalışıcam da.

Sonuç:




Best Friends For…Never?

Merhaba sevgili cancazım bloğum ve bu yazıyı okuyanlar. Öncelikle bu yazım tam bir itiraf olacak çünkü kendimle bir an önce barışmalı bir şeyleri kabullenmeyi ve aşmayı öğrenmeliyim. Bok çukurunda yüzüp durmak neye yarar? HIH?:


İlk itirafım ne olabilir? Tabii ki gönül yarası. Evet benim 18.Temmuz.2011 yılında tanıştığım biri vardı. Ben bu kişiyle sadece yazıştım. Ne görüştük ne de birbirimizin sesini duyduk. Bizim ki mektup arkadaşlığı gibi bir şeydi. Bütün yaz dönemi boyunca konuştuk. Her gün konuştuk. HER GÜN BÖYLEYDİM;


Biz çok uzun bir süre konuştuk ta ki ben onu sevdiğimi anlayana kadar. Tabi bunu anladığımda iş işten geçmiş gibi bir şeydi. Farklı zamanlarda birbirimizi sevmiş olmamız ise tam bir fiyaskoydu. Uzun süre unutamadım onu, hala unuttuğum söylenemez aklıma gelir hüzünlenirim. Bazı günler uyuyamam,canım sıkılır böyle OLURUM;


Sonra uyuyamam kalkarım mutfağa giderim. Bir köşeye ilişir, mal mal tıkınırım. Ama içimden bunları yapmak GELİR:

Aşık olmak çok zor iş arkadaşlar. Hele ilk aşksa dahada zor. Çift halinde gezen kişileri görünce tepkim bu OLUYOR:

  • Şimdi gelelim ikinci itirafıma. Ben kimseyi artık sevgili gözüyle bakıp sevemiyorum. Herkes arkadaşım. Erkeklerle takılmayı seviyorum mesela. Bir çok erkek arkadaşım vardır. Konuşur,gülüşür, eğlenirim. Kız arkadaşlarımla eğlendiğimizden daha çok eğleniyorum onların yanında mesela. Ben kızların yanında rahat davranamam. Erkekler rahat insanlar. Ben onların yanında baya baya daha rahatım. Aynen böyle OLURUM:


Çoğu erkek arkadaşım benim rahatlığımdan etkilenir. Benden hoşlanmaya başlar. Sonra hop bir sevgili olalım konuşmaları gelir karşıma. İşte böyle olunca ben kimseyle yakınlaşamıyorum. O beni seviyor ben onu arkadaşım olarak seviyorum falan olmuyor yani. Ben üzülüyorum. Suçluluk duyuyorum belki ben öyle rahat davranmasaydım böyle olmazdı. Ben çok çabuk samimi olup çok çabuktan soğuyan bir insanım. Bu aşk meşk işlerinden sonra konuşasım gelmiyor o kişiyle. Çoğu arkadaşımı da böyle kaybetmişimdir belki. Bazen o kadar çok canımı sıkar ki bu konuda kafayı sıyırcak konuma gelir böyle OLURUM:

O yüzden beni bu duruma düşürmeyin. Sevin ama söylemeyin bari. Mutlu olayım gene koşup geleyim abuk şeyler yapayım. Gün içinde yaptığım salaklıkları anlatayım. Sevmediğim insanlara birlikte küfür edelim. Birlikte olalım,birlikte eğlenelim ama bana beni sevdiğinizi söylemeyin. Sonra ben böyle oluyorum herkese KARŞI;

Neyse canlarım itiraflarım şimdilik böyle. Biliyorum sıkıcı bir yazı oldu ama benim için önemliydi. Okuyun da ders alın terbiyesizler! VE:

Tüm Dikkatler Buraya!!

Ne kadar gerizekalı insan varsa hepsi benim hayatımda toplanmış!!


İşte bu yüzden hepiniz bi zahmet: