9 Eylül 2015 Çarşamba

Canavar

Her toplumun kendine has bir vedalaşma yöntemi vardır. Bu törenlerin özelliği, canlıları ölüme hazırlamaktır. Öldükten sonra yapacağımız yolculuğu kolaylaştırıyorlar. Tabii ölümden sonra hayatın devam ettiğini varsayarsak. Ama sonuçta, ölüm tek başınıza çıktığınız bir yolculuk. Bazılarımız için, bu yolculuk bizi kapkaranlık bir ormanda gizli bir yola sokar. Burada cevaplar yerine yepyeni sorularla karşılaşırız.

Genetiği, doğru ve yanlışı bir kenara koyarsak, insanı canavardan ayıran şey nedir? Aynı sokaklarda yürüyor, aynı kıyafetleri giyiyoruz. Siz nefes aldığınızda da oradayız, aynı havayı güçlükle soluyoruz. Sizin adımlarınızı takip ediyoruz. Bir canavar bile insancıl duyguların en baskınına sahip olabilir. Korku. Bir zamanlar ne olduğumuzu hatırlıyoruz. Yapabileceklerimizi bildiğimizden ötürü korkuyoruz. Ve, aynı bir insan gibi, aşkı, yaşamı, kaybettiğimiz tüm değerleri saplantı haline getiriyoruz. Sizin gibi zayıf noktalarımız var. Bu bile bizi normal yapmıyor. Ancak bizi unutulmaz yapıyor.

Canavarların yatağın altında saklanmasının bir nedeni vardır. Biz sizden, sizin bizden korktuğunuzdan daha çok korkarız. Yüzünüzdeki o bakış, sonunda bizi fark ettiğinizde dudaklarınızdan çıkan çığlık, daha önceden insan olduğumuzu unutturmaya yeter. Saklandığımız yerden çıkarak sizlere kendimizi göstermemizi sağlayan şey, insanlığımızın ufacık bir parçası. Çünkü bir canavar bile karanlıktan korkabilir.


İnsanoğlunun en büyük yeteneklerinden biri de yalan söyleme gücüdür. İyilik için de olsa, kötülük için de; yarar sağlamak için de olsa, hayatta kalmak için de gerçeği çarpıtırız. Bu küçükken öğrendiğimiz ve zamanla ustalaştığımız bir yetenek. Anne babalarımızı, öğretmenlerimizi, patronumuzu hatta kendimizi kandırırız. Kendi kendimize kilo vereceğimizi, sigarayı bırakacağımızı söyleriz. Böylece günün sonunda iyi bir insan olduğumuza inanırız. Kendi blöfümüzü gördüğümüzde, canavar olmadığımıza içten içe kendimizi ikna edemediğimizde ne olur?